26 Kasım 2013 Salı

Büyük hayatlara küçük dokunuşlar

Bugün akşam saat 20:30 sıralarında, Kağıthane'de ablamların oturduğu siteye giriyorduk. Normalde güvenlik olurdu içeride ve kapıyı açardı ama bugün kapıya doğru yürürken yerinde olmadığını fark ettik. 

Bir yandan da kapıda 50 yaşlarında bir teyze bize doğru bakıyordu, tam anlayamadık önce, o da mı orada oturuyordu, birini mi arıyordu, yada niyeti kötü biri miydi? Ben bir yandan güvenliğe bakıp bir yandan da elim telefonda ablamı aramaya çalışırken kendimi tutamayıp teyzeye sordum:

Ben: "Birini mi arıyorsunuz?"
Tahmin ettiğiniz gibi sorumda kuşku var, kimseye güven olmuyor artık, gazetelerde yüzlerce 3. sayfa haberleri, vs vs geçiyor insanın aklında sürekli. Bunun için kendimi de suçlamıyorum, artık normalimiz bu oldu ne yazıkki..Teyze benim soruma cevap verdi o arada ben bunları düşünürken: 
Teyze: "Anahtarımı içeride unuttum da?"
Ben: Kuşku dolu gözlerle bakmayı sürdürürken "Nası yani anlayamadım, anahtarınız nerede kaldı?" 
Teyze: "Şey, ben burada işçiyim, buraların temizliğini yaparım" mutlu ve işi olduğu için gurur dolu bakan gözlerle... "Anahtarımı spor salonunda unuttum da, onu almaya geldimdi. Siz de anahtar varsa bi açıverin."
Ben: ah Didem ne halt ettin, kimden kuşkulandın, bak kadıncağız doğru söylüyormuş derken, bir yandan da kendimi alıkoyamadan konuşuyorum içimden "vay be işinden gurur duyuyor teyzem, mutlu yahu yaptığı işten, birçokları gibi gocunmuyor, hakir görmüyor kendini, o çalışıyor ya, ekmeğini kazanıyor ya, işini seviyor ya, tamam işte ondan iyisi yok..."

O sırada güvenlik geliyor ve açıyor kapıyı, bir yandan bizi selamlayıp bir yandan da teyzeye doğru yönelip birşey unuttuğunu anlamışçasına çekiveriyor teyzemi kenara sessizce..."abla gel veriyim anahtarını..." cümlesini seçebiliyorum anca..

Hayat bizi herkese karşı kuşku duymaya ittikçe, masumluktan nasıl da uzaklaşıyoruz yavaş yavaş. Bu işin bir tarafı ama diğer bir tarafı da, umut veriyor insana böylesine birilerine dokunuyor olabilmek, varlıklarını hissedebilmek... 

Dünyaya değer katan herkese burdan selam olsun!

24 Ekim 2013 Perşembe

Sana bir tepeden baktım Alanya



Yukarıdaki görüntü Alanya'nın yayla yolu üzerindeki Zirve Restaurant'ta çekildi.

Alanya çok turistik bir ilçe, adım başı mağazalar, kuyumcular, dericiler, falan filan.. Yerlileri için oldukça zor bir yaşam olsa gerek. Biz bu kadar turistik olayları sevmiyoruz, lokal kalmaya çalıştık, böylesi daha güzel ve özeldi. Turistik yerleri de gezdik tabi ama mekanlar konusunda da seçiciydik.

Dim Çayı'ndan başlıyoruz. Aşağıdaki foto çayın üzerindeki değişik restaurantlardan bir tanesi:


HES ve Dim Çayı... Dim Çayı ve HES değil, anlayan anladı...



Alanya'dan Gazipaşa'ya eski yol üzerinden giderken sağda kalan restaurantlardan "Uğrak"'a giriyoruz. Alanya içinde keyifle yemek yemek istiyorsanız, nereye gidilir inanın bilmiyorum, bulamadım da kaldığım günler içerisinde ama burası farklı. Günbatımını az kalsın kaçırıyorduk, siz giderseniz ayarlayıp gidin. Logos balığı yedik, ama yanlış anlaşılmasın, öyle yanında mezeler, kalamarlar karidesler yok, balık ve salata şeklinde, sade ama leziz, eksik ama tatmin edici.

Muz ağaçları içinde bir yer.

İlk defa bir muz ağacını bu kadar yakından gördüm, burda hayat var! Keşke biraz daha çekim yapsaymışım, seneye artık.

Ve bir yandan da ay yükseliyor, yavaş yavaş ufuktan. Burdan ayrılmak zor oldu. Şehrin karmaşasından uzakta, sakin bir geceydi.


Damlataş mağarasını da geziyoruz tabi buraya kadar gelmişken, ben Ballıca'yı da görmüştüm bu tarz sarkıt ve dikitlerin olduğu, Damlataş maalesef ki tursitlerin istilasına uğradığından artık oluşumu bile durma noktasına gelmiş, değerlerimize sahip çıkamıyor olmamız çok üzücü...



İşte sıradaki yer Manavgat Şelalesi. Ben böööööyle taa yukarlardan falan akar sanar dururdum, e Niagara değilmiş en nihayetinde, neyse onu da görürüz çok yakında biz bu hızla.

Bu insanlar nereye bakıyor? :)



Aspendos'tayız. Alanya Antalya yolu üzerinde Antalya'ya daha yakın bir konumda. Daha girişte bir tabela çarpıyor gözümüze: "Bu tiyatroyu restore ediniz, ama kapısına kilit vurmayınız, burada temsiller veriniz, güreşler düzenleyiniz" M. Kemal ATATÜRK




Aspendos'taki alan sadece tiyatrodan oluşmuyor, diğer bölümlerine de zaman ayırmak gerek.


"Orda biri var uzakta" isimli çalışmamı da aşağıda görebilirsiniz, sevgiler efendim:)


8 Ekim 2013 Salı

İstanbul Moda Haftası

Mercedes sponsporluğunda İstanbul Fashion Week var bu hafta. Kuruçeşme'de harika ve çok şık  bir organizasyon...

Ben her ne kadar modayı, trendleri, bloggerları takip ediyor olsam da
, açıkçası defile, manken vs. bana çok yakın bir dünya değildi, ilk defa bir defile izledim ve çok heyecanlandım:) Tabi tahmin ederseniz ki benim bu organizasyona katılma nedenim vardı. Üniversiteden arkadaşımız K.'nin eşi Bilgen Karabiber, İstanbul Moda Akademisin'de (İMA) eğitim alıyor bir süredir, onun da "Northern Lights" isimli koleksiyonu sergilendi bu defilelerde. İnsan defilede kendi arkadaşının tasarımlarını görünce ister istemez bir gurur kaplıyor içini, çok büyük birşey yani düşünsenize, İstanbul için en önemli moda organizasyonlarından birinde 4 parçasını sergiledi Bilgen. Çok da başarılıydı bence, ben şimdiden siparişimi verdim bile:) 

 Bu yeşil bluz efsane..

Mankenlere topuklu ayakkabılar giydirmeyerek iddaasını ortaya koyuyor...


Bu tür tasarımlar, böyle defilelerin ardından defileyi izleyen ve beğenen modacılar, butik sahipleri tarafından bulunuyormuş ve koleksiyonlar satışa  bile çıkabiliyormuş, ilerde bir satış noktasında Bilgen Karabiber isimli bir tasarım görürseniz, heh işte o benim arkadaşım:) Ellerine sağlık, devamını da bekliyoruz, ilgilenenler için de defileler bu hafta boyunca Kuruçeşme'de devam ediyor, gidip izleyebilir ve hatta benim gibi takip ettiğiniz moda bloggerları varsa orda kendileriyle tanışabilirsiniz, ben takip ettiğim bloggerları gördüm, yanlarında fotoğrafçılarıyla dolaşıyorlardı, yazacak yeni postun verdiği heyecanla olsa gerek binlerce fotoğraflarını çektirdiler:)

Bilgen dışında İMA'nın diğer modacılarının tasarımları:


 Moda sadece kadınlar için değil, erkekleri de unutmamışlar.


 İMA'nın tüm modacıları mankenleriyle geçiş yaparak bitirdiler defileyi, her profesyonel defilede olduğu gibi, hepsini ayrı ayrı tebrik ediyorum,bu bir hayal gücü, emek ve cesaret işi... Aşkla yapılan işlere bayılıyorum.



2 Ekim 2013 Çarşamba

Biraz Karaköy Biraz Bienal

Ah o kadar uzun zaman olmuş ki ben Karaköy tarafına gitmeyeli. Oraların havası da bir ayrıdır, pejmürdelik mi desem, hoyratlık mı, biraz trafik, bir tarafta atölyeler üzerine de keyifli mekanların enstantanesi, işte öyle yöresel bir yemek gibi Karaköy...

Ve tabii Karaköy Namlı, ama Gurme olanı, Karaköy Güllüoğlu'nun tam yanı... Peynir çeşitleri arasında kaybolurken, çeşit çeşit mezeler eşlik etsin istiyorsunuz tabağınıza, bir taraftan zeytinleri tatmak isterken sabırsızca, kafanızda bir soru, bal kaymak alacağım da yanında hangi reçeli de alsam, tabak seçildi mi, bir rahatlık gelir, siz keyifle masanıza otururken seçimleriniz taze demlenmiş çayla eşlik eder sizlere...


 Personel de güleryüzlü olunca, mekan ayrı bir keyifli oluyor...


Namlı'dan ayrılıp, kahvemizi Karabatak'ta içmek için yola koyuluyoruz, Karabatak'a birazdan değineceğim, şimdi yolda geçerken gözüme çarpan ve hemen Dr. M. ile kendimizi içeri attığımız mekandan bahsetmek istiyorum. Dr. M. diyorum ona, o benim senelerimi geçirdiğim dostum, sırdaşım, daha daha birçok sıfat kullanırım onun için de belki ayrı bir postta, şimdi onunla geçirdiğimizi keyifli günümüzü anlatmaya devam edeyim ben:)



İşte buldum onu, BrandZoo'da bebek kıyafetlerine bakıyor, hayırdır M. bu Dr. E.'ye bir gönderme mi:)


Bu mağazada emek var, dört ortak olarak açmışlar, Nisan'dan beri buradalarmış, tasarım ürünleri satıyorlar, aslında belki de sergiliyorlar demek daha hakeden bir kelime olur yaptıkları işi.
Nutella'ya hiçbirimiz hayır diyemiyoruz peki bu kavanoz kılıflarına kim hayır diyebilir??

Tasarım saatler,
 Okyanus Yayınları'nın kitaplarını da burada bulabilirsiniz.

Neon renklerde ilginç clutch örnekleri






Karaköy'ün ara sokaklarında ilerlemeye devam ediyoruz.

Karabatak bir Julius Meinl şubesi. Viyana'da çokça uğrardım Julius Meinl cafelerine. Viyana'da içtiğim kahveleri burda aynen buldum, ablam bahsetmişti bu cafeden, Karaköy'e gelip de uğramamak olmazdı, Dr. M. ile attık kendimizi içeri, üzüm agaçları altında bir dış mekanı, farklı dekoratif objelerle düzenlenmiş iki ayrı bölmede iç mekanı var, nerede oturmak isterseniz, seçim sizin. 


 Wiener Melange deneyin derim.


Karabatak'dan da ayrılıp İstanbul Modern'e doğru yol alıyoruz, hedef 13. İstanbul Bienali. Yolda giderken aşağıdaki kareyi yakalıyorum, bakmakla görmek arasında farklar vardır, ben bunu fotoğraf makinesini aldığımdan beri fotoğraf çekme hevesimle daha iyi yakalıyorum. 



İstanbul Modern içinde farklı alanlar düzenlemişler, kendinizi ufak bir tiyatro oyunu içinde bile bulabilirsiniz.

İşte beklediğim görüntüler, ne güzel Türkiye'deki okullar da öğrencileri alıp gelmişler Bienal'e, öğrencilerle interaktif ders yapıyorlardı, şöyle bir durup izledim de, yeni nesil soruyor, sorguluyor, daha çok katılımcı...


Bienal içinde gezinmeye devam ediyoruz, çeşitli uzunluklarda video gösterimleri de bulabilirsiniz. Her odaya mutlaka göz atmak gerek.




Gezi Park'ı tabiki buraya da damgasını vuruyor...

20 Ekim' kadar zamanınız var, bu haftasonu İstanbul içindeki farklı noktalardan birine uğramakta fayda, sanata birazcık olsun dokunabilmek adına. 

Duvarlarımız... Bazen kafamızın için de, bazen başkalarının sınırlarında, bazen sosyal yaşamda... Tosluyoruz değil mi çoğu zaman, bazen inatla, toslayacağımızı bile bile, bazen bilmeden tüm iyi niyetimizle... Her duvarın arkasında bir fırsat var, emek vermeden fırsatlara ulaşmak mümkün değil, duvarlara çarpmaktan korkmayın!