25 Mart 2014 Salı

Karanlıkta Diyalog / Dialogue In The Dark

Karanlık’ta diyalog daha önce yaşamadığımız bir deneyim. Belki bir çoğumuz hiç duymadı bile bu organizasyonla ilgili birşey.

Ben ilanlarını görmüş olmama rağmen, Gayrettepe metro istasyonunda tam da önünden geçmiş olmama rağmen, ne olduğunu sorgulamamıştım bile, taki O.’nun şirketlerinde toplu bilet alıp, beni de katılmam için davet edene kadar.
İllaki böyle bir davet mi lazımdı, tabiki hayır, neden daha önce farkına varamadım, inanın bilmiyorum, ama siz geç kalmadan mutlaka gidin deneyimleyin. Haziran’a kadar açık, destek görürse daha ileriki tarihlerde de devam ediyor olacakmış.

Tamamen görme engelli insanları anlamaya, hissetmeye yönelik olarak oluşturulmuş bir konsept. Kapıda sizi karşılıyorlar, ortamın çok güvenlli olduğunu anlatıp elinize görme engellilerin taşıdığı bastonlardan veriyorlar ve sizi görme engelli rehbere teslim ediyorlar. Bizim rehberimiz Serdar’dı.

O andan itibaren elinizde bir baston karanlıkta kalıyorsunuz. Kapkaranlık. En ufak bir ışık hüzmesi yok. 8 er kişilik gruplar halinde İstanbul turu yaptırıyor Serdar bize. Bir parkta gezinip, Taksim meydanında çıkıp, tramvaya binip, simitçiden simit alıp, vapura bindiğiniz, görme engelli sinemasında görmeden sinemayı sadece dinleyerek yaşadığınız mükemmel bir deneyim.

Hepsi bir tarafa karanlıkta kalmak bir rehber eşliğinde bile olsa, tanıdığınız insanlar hemen yanınızda bile olsa inanılmaz tuhaf. Birşey görmüyorsunuz, önünüzde arkanızda sağınızda solunuzda ne var bilmiyorsunuz. Rehber şimdi biraz burada duruyoruz diyor, öylece kalakalıyorsunuz, bir sonraki komuta kadar kıpırdayamıyorsunuz bile. Bilinmezlik uç noktada. Tramvaya bindiğimizde kendinize yer bulup oturun dedi Serdar. Önce basamak çıkmak zorundasınız, sonra oraya buraya çarpmadan yer bulup oturmak durumundasınız. Ben cam kenarında bir yer buldum kendime. CAM KENARI. Neyi görüceksem sanki... 
5 dk kadar sürdü sanırım tramway turu. Oturduğum yerde elimde bastonum, hafif öne eğik şekilde oturdum. Gözlerim açık, ama hiçbirşey göremeden, sadece çevreden gelen sesleri dinleyerek ve yüzümde hafif bir tebessüm.. Hani vardır ya görme engelli insanlar hep tebessüm ederler, ben onu orda yaşadım, o an ben de onlardan oldum, sadece hafif bir tebessüm...

Nolur yanlış anlaşılmasın, görme engelli insanlara acıyalım gibi bir mesajım yok bu yazımda, asla. Saygı duyalım, gerektiğinde yardım edelim, aramıza alalım, onlarında duyguları olduğunu anlayabilelim, farklı davranmaya çalışmayalım bence yeter...

Tur bitiminde yine karanlık ortamda Serdar ile birlikte karanlık bir cafede sohbet ettik. Çay alabildiğiniz, tip bırakabildiğiniz, bar tabureleri olan bir cafe. Bize kendi yaşadığı değişik durumları anlattı, sorularımızı yanıtladı. Yolda görme engelli bir kişi gördüğümüz zaman yardıma ihtiyacı olup hemen kolundan çekiştirmeye çalışmamamız gerektiğini, onların aslında nereye gittiklerini bildiğini, gerektiğinde zaten yardım istediklerini anlattı. Bazen sırf karşılarındaki insan kırılmasın diye yardımlarını kabul ettiklerini bile yaşadığı durumlar olduğundan bahsetti. Renk, doğa olayları gibi görme duyusuyla bilebildiğimiz kavramların, onlar için kavramdan öteye geçmediğini ama onun dışında, kendi dünyalarında herşeye daha farklı anlamlar verdiklerini ve bu şekilde hayatlarını devam ettirdiklerini söyledi. Bir parkta gezerken çevreyi görmese bile, oradaki kuş cıvıltıları, çocuk sesleri, hafif bir esintinin onları ne kadar mutlu ettiğini anlattı.

Tur artık bitmişti ve ben tur bitiminde gözüm hep açık gezdiğimi farkettim, heran birşey görebilirim umuduydu sanırım. Arkadaşlarımla konuştuğumda onlar da gözleri açık gezdiklerini söylediler. Bu bile aslında farkında olmadığımız aydınlık dünyamızın önemini bize anlatmaya yetmiyor mu?

Bir bilgi daha vermek istiyorum, bu organizasyonda görme engelli insanlarımızı istihdam ettiriyorlar rehber olarak ve organizasyon ne kadar devam ederse o kadar uzun süre onlar orada çalışabilecekler.


Aydınlık bir hayat diliyorum herkese...

http://www.dialogistanbul.com/anasayfa

10 Mart 2014 Pazartesi

Lezzet Turu - Hatay/Antakya

Yazıya başlamadan önce uyarmakta fayda var, karnınız açsa bu postu daha sonra okuyun, zira içeriğin önemli bir kısmını yemek oluşturuyor:)
 
Şehir gözlemleriyle başlayalım. Hatay metropol bir şehir, Müslüman, Yahudi, Türk, Süryani, Arap, Ermeni.. bir arada yaşıyor burada. Çok huzurlu ve dingin bir görüntüsü var şehrin, bir o kadar da modern. Doğuya doğru gittikçe farklı bir beklentisi oluyor insanın ama bu şehir insanı şaşırtır derecede farklı. 

                                             

Şehrin ortasında kemer görüntüsünde kalıntılar görüceksiniz. Yaya yolu çalışmaları sırasında şehrin tam göbeğinde kazılar yapılırken bu kalıntılara rastlanmış, bakmışlar bir yeraltı şehri çıkacak, öylece bırakmışlar, bu kısmı trajikomik cidden iyice kazıp bir antik şehri ortaya çıkarmamışlar ama en azından harap da etmemişler.

                                              
Asi nehri şehrin tam ortasında, adı gibi asi, ters akıyor.

                                              
Hatay evleri gezilesi görülesi... Birçoğu restoran olarak değerlendirilmiş ama illaki birşeyle yiyip içmenize gerek yok, adı konulmamış müzeler gibi, kapıları açık, girip gezip çıkabiliyorsunuz rahatça, evsahipleri olan ücretsiz rehberler de yanında cabası.

  

   
 
Uzun Çarşı adından da anlaşılacağı üzere uzuuuun bir çarşı. Bir yanda künefeciler, bir yanda peynirciler, bir yanda baharatçılar, diğer yanda fırınlar, ve diğer dükkanlar... Şehrin karmasını bu çarşının içinde daha da iyi anlıyorsunuz. Acelecilikten uzak, salına salına gezebilirsiniz rahatça, kaygısızca.
 

 
 
 
Künefe yapımı hiç de kolay değil:)
 
 
Haytalı Hatay'ın ünlü bir tatlısı. Çok insan Bici Bici ile karıştırıyor diye Affan Kahvesi bu duruma bir açıklama gereği getirmiş. Haytalı yapımında Mısır unu kullanılıyor, Bici Bici'de Nişasta. Haytalı ev yapımı sütlü dondurma ile servis ediliyor ve üzerine gerçek gülsuyu ekleniyor. Tadını merak ettiniz değil mi? Daha önce yediğiniz hiçbir şeye benzemiyor tıpkı görüntüsü gibi ama oldukça lezzetli diyebilirim..
 
 

 
Şimdi Hatay'da en çok tadını beğendiğim şeye geldik.Humussss.Hatay'da humus yediğinizde daha önce humus yememişim diyeceksiniz. Zaten Humus/Bakla satan özel dükkanlar var, düşünsenize sadece humus satan bir işletme.. Tıkır tıkır işliyor, insanlar gelip kilo kilo alıyorlar. Biz Nedim Usta'da yedik, tavsiye ederim.
 
Oy oy oyyy, lezzete gel...
 

 
Abdo döneri yeniden tanımlamış. Etinin lezzeti evet güzel ama etin önüne geçen lezzet dürüm dönerin içindeki domates sosu. Eti öyle güzel yumuşatmış, öyle güzel hoş bir tad vermişki, et, sos, dürüm ekmeğinin bu ikiliye hazırladığı lezzet üçlemesi yeme de yanında yat dedirtiyor insana:)
 

 
Hatay'da onlarca künefeci görebilirsiniz, biz birkaçında yedik, size en beğendiğimi yazıyorum şimdi. Yusuf Usta'nın yeri olan Çınaraltı Künefe. Burada künefe o anda gözünüzün önünde yapılıyor, bunu özellikle yazıyorum çünkü bazıları fabrikasyon usulü çalışıyor. Böyle gözünüzün önünde yapılan künefeyi çıtır çıtır yerken "yok artık, bu kadarı da fazla" diyoruz, yemeğe doyamıyor, İstanbul'a getirmek üzere paket de yaptırıyoruz.
 

 
Hatay'a yarım saat  uzaklıktaki Samandağ'a da gittik. Burada eski bir Antik Kent (Seleukeia Pieria) var. İlk fotoğrafta Titus Tüneli'ni görüyorsunuz. Şehrin içinde yapılan gemiler bu tünel vasıtasıyla denize indiriliyormuş, yani gördüğünüz boşluk tamamiyle suyla kaplıymış.
 

 

 
Buradaki sahil Türkiye'nin en uzun sahili...Maalesef çok bakımsız.
 

 
Hatay'a geri dönüyoruz. Sokaklar arasında gezerken Sade Kahve'ye denk geldik. Öyle çıkmaz sokağın birinde.. Kendi halinde ve şirin görüntüsü bizi içine çekti. Küçük bir avlusu ve bir de terası var. Yorgunluğumuza değil tabi de yemekler arasında dinlenmemizi sağlayan bir mekan oluverdi. Bir yandan Norah Jones, James Blunt dinlerken bir yandan kahvelerimizi yudumladık. Bu da Sade Kahve'nin girişindeki dilek ağacından bir görüntü.  
 
 

 
Görülmesi gereken en önemli mekanlardan olan, Hristiyanlığın en eski kilisesi olarak kabul edilen St. Pierre Kilisesi restorasyon görüyordu, uzaktan bakabildik. Şehrin önemi, değeri, tarihini anlatmaya benim gücüm yetmez. O havayı soluyarak bu tarihi dinlemek ayrı bir keyif.. Kiliseyi gezmeye gittiğimizde kiliseye yaklaşamadık belki ama minik çocuklar bize hem kilisenin tarihini hem Hatay'ın geçmişini öyle güzel anlattılarki, o çocuklar bana tarih derslerini anlatsa belki tarih dersini seven bir öğrenci olabilirdim:)
 

Mozaik müzesini maalesef tam haliyle gezemedik, taşınma dönemindeydi. Gezebildiğimiz kadarıyla bile hayran kaldık. Aşağıdaki resimde mozaiğin nasıl çıkarıldığı anlatılıyor, milimetrelik taşlar tek tek el emeğiyle alınıyor yüzyıllar önce yapıldıkları yerlerden.
 
 
  
 
  
 
  
 
Hatay'da bunlar dışında öne çıkan Kuzeytepe'deki restoranlar. Biz Ali Kolcu'da yedik, gayet güzeldi, sizi kısıtlamak istemem, Hatay'lı arkadaşlarımdan Kuzeytepe'deki tüm restoranların iyi olduğu bilgisini almıştım, gönül rahatlığıyla birine girip oturabilirsiniz.
 
8 kişilik bir ekiple gezdik Hatay'ı. 2 çifti hiç tanımıyordum, hatta biraz da önyargılıydım desem yeri. Tur fikri biraz geriyor insanı. Tanımadığın insanlar, uyumlu olabilir misiniz olamaz mısın falan... Tamamen yanılmışım, harika insanlarla tanıştım. Hataylı arkadaşımız Ş. de bize rehberlik etti. İlk defa yerel bir rehberle gezme keyfini de yaşadım, her saniyemiz önceden planlanmıştı.
 
Sizin de Ş. gibi Hataylı bir arkadaşınız varsa erkenden rezervasyonunuzu yapın derim:)
 
Ağzınızın tadı hiç bozulmasın.