30 Eylül 2013 Pazartesi

Panorama 1453

En baştan söyleyeyim bu kadar iyisini beklemiyordum. Panorama 1453 İstanbul Fethi'ne yani 560 yıl önceki zafere tanıklık edebileceğimiz şekilde tasarlanmış bir tarih müzesi. Bir taraftan askerlerin kılıç sesleri, bir taraftan atların nal sesleri, bir yandan hiç bitmeden çalan Mehter Marşı ile duyusal açıdan zenginleştirilmiş alanı 360 derece tur atarak yürüyerek gezerken kendinizi fethin tam ortasında hissedecek ve bu hissi yaşamaktan onur duyacağınızı garanti ederim.


Girişinden itibaren karşınıza çıkacak anlatım panolarında İstanbul'un tarihinden itibaren Fatih'in vefatına kadar geçen zaman çeşitli yönlerle anlatıldığından okuyarak geçmekte fayda var, zamanınız yoksa her panoda kısaltılmış bölümleri de okuyarak geçebilirsiniz.









Mekan 3 boyutlu top, tüfek, mevzilerle de zenginleştirilmiş.


Dünyadaki diğer panoramik müzelerden en önemli farkı ise 360 derecelik resmin 3 boyutlu etki yaratması, yani sadece yatay yada sadece dikey olmaması.


Müzeyi dizayn edenlerin bahsettiklerine göre ilk panoramik alana çıkıldığında 10 saniyelik bir sonsuzluk şoku yaşanıyormuş, zira sonradan düşündüm de hakkaten ben de bir kalakalmıştım ilk yukarı çıkıp bu alanı gördüğümde.
Aşağıdaki fotoğrafta panoramik alanın 1/10 ölçekli maketini görebilirsiniz. Mekanı anlamak adına bir fikir verebilir. Ancak buradan fotoğraflara bakmakla kesinlikle o hissi anlayamazsınız, mutlaka gidin görün, müzekart geçmiyor ancak giriş 5tl, lokasyon olarak da Topkapı'da olduğunda e5'ten bağlantı çok rahat. Zaten Topkapı'ya girince yönlendirmeler çıkıyor, çok rahat bulursunuz. Emeği geçenlerin önünde saygıyla eğiliyorum, 3 yıllık bir ekip çalışmasının muhteşem sonucudur.


11 Eylül 2013 Çarşamba

Kuzey Ege Turu III - Cunda

"Kalbim Ege'de kaldı" şarkısını kalbim "Nar Konak'ta kaldı" olarak değiştirerek Cunda'ya, son durağımıza doğru yola çıkıyoruz. 

En baştan söyleyeyim, her zaman otel konusunda şanslı olamıyoruz maalesef, Cunda'da Deniz Hotel diye bir yerde kaldık, servis, hizmet  / fiyat oranı maalesef bu sefer oldukça vasattı.

Neyse olumsuzlukları bir tarafa bırakıp keyfini çıkarmaya bakmak gerek hayatta, hele de tatildeyseniz "hiçbir etken canınızı sıkmamalı, zaten sene içinde o kadar gereksiz şeylerle uğraşıyoruz ki" deyip Cunda sokaklarına kendimizi attık. 

Cunda Türkiye'nin ilk Boğaz köprüsünden geçerek erişilen çevresindeki 22 adanın içinde tek içinde yaşam olan ada. Tam karşısındaki Midilli adası tüm heybetiyle Cunda'dan çok rahatlıkla görülebiliyor, eğer pasaportunuz yanınızdaysa Midilli adasına yapılan turlara katılabilirsiniz rahatlıkla.

Cunda'ya geldiyseniz, arnavut kaldırım taşlarıyla bezenmiş sokaklarındaki eski Rum evlerine hayran ola ola Aşıklar Tepesi'ne çıkmanızı tavsiye ediyorum, 








Arabayı hiç karıştırmayın, yürüyerek adanın keyfine vararak gidin, yolda tüm heybetiyle Taksiyarhis Kilisesi sizi selamlayacak ve yol sizi yavaş yavaş eski bir Şapel'in bahçesine şuanda ise 2007 yılında Rahmi Koç tarafından restore edilip Necdet Kent koleksiyonunu bulunduran (şuan Coca Cola yönetim kurulu başkanı olan Muhtar Kent'in babası)  halka açık Kent kütüphanesine ulaştıracak.





Ege halkı sıcak kanlıdır, kapı önü sohbetini sever, rastlarsanız bu tür bir sohbete katılmaktan çekinmeyin, biz ada sakinlerine selam vere vere ilerledik Cunda sokaklarında. Ve tabi çocuklar... Gerçekten çocukluğunu yaşayabilen çocukların oyunlarına şahit olmak, onları uzaktan dinlemek, gözlemlemek beni mutlu ediyor, birbirinden güzel bu çocuklar aslında günümüzün en şanslı yetişenleri bence...


Kediye bakın nasıl da yakalamış balığı, iştahlı iştahlı bakıyor...



Cunda deyince akla ilk gelen mezeleri, Rakı/balık muhabbetleri, biz Giritli'de yedik akşam yemeğimizi. Adanın otlarını mutlaka deneyin. Sahil kenarında birçok restaurant var, gözünüze hoş gelene yine önceden fiyatları da öğrenerek girip, curcunada yemek yemenin tadını çıkarın siz de:) Balık olarak adaya özel Papalina balığı var, heryerde de mutlaka görürsünüz adada. Bizim kafamızı karıştırdılar balık konusunda, gerçek Papalina bu mevsimde olmaz diyenler, o paraya bu balık olmaz diyenler falan, biz yemedik açıkçası o açıdan yorum yapamıyorum Papalina'ya:)


Bu da adanın Lokmacısı, İmparator, tam restaurantlar ortasında bir lokmacı. Önünde uzun kuyruklar var her akşam. Kuyruğu görüp gözünüz korkmasın çünkü tezgahtaki çocuğun bağıra bağıra lokmanın ve İmparator'un ailesinin tarihçesini anlatmasıyla zaman çabucak geçiyor, biz yedik oldukça lezzetliydi.


Cunda'ya gelip de Ayvalığı gezmeden olmaz, ünlü Sarımsaklı plajında da denize girmeden tabii. Cunda'dan yaklaşık yarım saatte Sarımsaklı'ya ulaşabilirsiniz, kumu ve denizi güzeldi, halk plajı tarzında, epey kalabalık...

Ayvalığa gelmişken de Şeytan Sofrası'na çıkmadan olmaz, iyiki gitmişiz buraya, Ayvalık merkezden bir tepeye çıkıyorsunuz ve alabildiğine doğa manzarası...





Çevredeki 22 farklı adanın olması mı cezbetti desem, biraz daha sakin bir ortamda günümüzü geçirmek istedik ondan mı desem, Tekne Turu yapmak istedik, aslında Tekne Turu biraz şans işi, çok kalabalık olabilir, çok gürültülü olabilir, kaptan saçma koylarda molaları veriyor olabilir, yemekler berbat olabilir, ama biz yine şanslıydık. Sezen Tur Ata Kaptan'dan seçimimizi yaptık, iyiki de öyle yaptık, ailesiyle birlikte yapıyor Ata Kaptan turu, en güzel koylarda molaları veriyor ve kapasite üzerinde misafir kabul etmiyor. Öğle yemeği ise bu tatilde yediğim en lezzetli balıktı diyebilirim. Bu da Ata Kaptan'ın oğlu Celal. O.'nun çocuklarla arası çok iyi olunca her yerde minik arkadaşımız oluyor, Celal'de O.'nun peşindeydi tekne gezisi boyunca, "abi şurdan da atlayalım mı, abi senle şuraya da dalalım, ablaya deniz kabuğu çıkarttım beğenir mi sence (o deniz kabukları şuan bizim evde dekorasyonda kullanılmak üzere beni bekliyor), abi hadi ama çok yavaşsın" :) 
İşte Celal'den karizmatik bir poz...


Biz denize girip çıkarken, balıkçının biri denize ağ atıyor, ağ yavaş yavaş süzülüyor denize... Haydi rastgele...


Molaların birinde Ata Kaptan da denize atlıyor ve bu ahtapotu tutuyor. İlk defa canlı ahtapot görmüş oldum. Dokunmaya çalıştım ama vıcık vıcık yapışıyor insanın eline. Yine de ahtapot ızgara en sevdiklerimden:)


Kuzey Ege Turumuz böylece son buldu, umarım sizlere sonraki tatilleriniz için biraz da olsa fikir vermiştir. 
Ah unutmadan, İstanbul'a dönüş yolunda yoldaki sebzecilerden domates, salatalık, biber, zeytin alışverişinizi yapmadan dönmeyin, pespembe bir köy domatesi almıştık, yemeğe doyamadık:)

5 Eylül 2013 Perşembe

Kuzey Ege Turu II - Assos ve Nar Konak

Bozcaada'dan çıkıyoruz yola, hani zamanımız var hani tatildeyiz ya, yavaş yavaş sahilden geze geze gideriz diye düşünüp yollara vuruyoruz kendimizi. Kah köylerden kasabalardan, kah minili ufaklı sahil yerleşim yerlerinden geçiyoruz, camping alanları, bol meyve bahçeleri ve alabildiğine maviyle yeşilin kucaklaşması bizlere yoldaşlık ediyor.

İlk durağımız Gülpınar ilçesindeki Apollon Smintheus Tapınağı. Gülpınar, Çanakkale'nin gezilesi ilçelerinden, zamanınız varsa mutlaka uğrayın derim. Yöreye özel zeytin ve zeytinyağı alışverişi de yapabilirsiniz.



Kazı ve çevre güzelleştirme çalışmaları halen devam ediyor burada.




Tapınaklarda gezinmek ayrı bir deneyim, bir zamanlar birileri orada doğmuş, büyümüş, yemek yapmış, çalışmış, aile kurmuş, daha neler neler, şimdi de bizler öylesine taş yığınlarını görüyoruz ama o yaşanmışlık hissi... Tüylerini ürpertiyor insanın, çok isterdimki deneyimli biri yanımızda bizimle gelip anlatsın ama o tür rehberlik hizmetleri henüz yok.


Bu kadar büyük çömleklerde ne saklamışlarki diye insan merak etmeden geçemiyor..



Normalde yollardaki gözlemeci konseptini sevmeyenlerden biriyim ama bu önyargımı tamamen yerle bir eden bir yerle karşılaştım, tapınağın hemen yanınki mekanda Zeytinyağında Kaşarlı Gözleme yanında yörenin zeytini o kadar leziz ki, burdan geçerseniz yemeden dönmeyin sakın:)


İşte anlatmayı heyecanla beklediğim yere geldik, düşünsenize bir otele gidiyorsunuz sonra da biran önce yazmak için sabırsızlanıyorsunuz.. Enteresan bir duygu. Burada olduğumuz günlerde Facebook'dan checkin yaptım, durumumda şunlar yazılıydı: "Öyle bir yerdeyimki ne siz sorun ne ben söyleyeyim, döndüğümde blogdan takip edin!". Vakit bu vakittir:)

Burası "Nar Konak". Sahipleri geçen sene devralmışlar mekanı. Behramkale'de kayaların üzerine kurulu, 5 odalı butik bir hotel. Aslında butik hotel demek belki haksızlık olur, O.'nun burayı tabirini üzerine hiç abartı eklemeden birebir yazıyorum: "Ya burası evimiz gibi, nasıl bu havayı vermeyi başarabilmişlerki!" İnanın ben de farklı düşünmüyorum, eğer tatilinizi sessiz sakin, doğayla ve tarihle iç içe geçirmek istiyorsanız, aşk tazelemek istiyorsanız, doğru adres burası...


Odalardan birinin girişi, sanki size özel bir villa gibi...
Bahçesi Nar ağaçları ve daha birçok meyve ağaçlarıyla dolu


Yaz aylarında taş bir yapının içinde kalmak, kayaların arasında, öylesine keyif vericiki... Doğal serinlik var herşeyden önce. İçini de öyle zevkli dizayn etmişlerki, sade, asil ve naif...


Mekan sahibi Egemen abi de biliyor tabi, gelen konuklar otelden ayrılmak istemeyecek, olur da kitaplarını evde unutmuşlardır diye, bizler için mini kütüphane bile düşünmüşler hem odanın içinde hem de ortak alanda.


Canınız nerede vakit geçirmek isterse, ister kayaların üzerinde, ister nostaljik bankta, ister doğaya karşı taşların üzerinde, ister bahçede, ister Nar Cafe'de... Yada siz de bizim gibi sohbet etmeyi seviyorsanız E. abi, G. ve J. ile giriş alanındaki koltuklarda... G. ailenin küçük kızı, yabancı eşi J. ile otelin tüm işlerini birlikte yapıyorlar, misafirperverlikleri, sevecenlikleri , güler yüzleri ve arkadaşlıkları muhteşem.


Bizim odamız Kekik'di, burası bizim odanın önü




Bu da Skyla, kendisi 15 yaşında yani köpek yaşıyla 100 üzeri oluyor, çok tatlı bir köpek, ama çok yaşlı ve artık hareketleri acayip yavaşlamış, normal Golden köpekleri gibi değil, fakat sanki bizlere hayatla ilgili ipuçları verir gibi bakıyor. "Heheytt ben de bir zamanlar gençtim, tadını çıkarın, sonra yürümeye mecaliniz kalmıyor" der gibi.


Nar Konak'a bu sene gelenler genelde şöyle diyorlarmış: "Kusura bakmayın, kimseye tavsiye edemeyiz, sonra bize yer kalmaz:)". Ben öyle düşünmüyorum, o kadar bencil olamayacağım, siz de gidin, görün, yer bulamasanız bile, Assos'a yolunuz düşerse Nar Cafe'de benim için de bir Naneli Ayran için ama gidin, o havayı bir koklayın... Fotoğraflarım belki de burayı tasvir etmeme yetmedi, daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz buyrun internet adresleri, benden selam söylemeyi unutmayın... ( sitedeki "Biz Kimiz" bölümünü mutlaka okuyun)


Assos merkeze iniyoruz şimdi, taş evlerin arasında gezinmek herzamanki gibi çok huzur dolu



Sıra sıra dizili restaurantlar var, seç birini otur masaya, yemeğini ye şeklinde ama dikkat, zira çok pahalı olanlar da var, ucuz gibi görünüp hesap geldiğinde sizi şaşırtanlar da , herşeyi en baştan konuşup masaya oturmak en doğrusu


Assos merkezde de denize girilebilir, Kadırga plajında da, yada bana özel olsun diyorsanız işte size tam da öyle bir mekan önerisi... "Dost Evi - Erol Usta". Bir aile işletmesi. Yemekler şahane, anne eli değmiş gibi değil direk ailenin annesi yapıyor, çıtır çıtır tombul sigara böreği eşliğinde yoğurtlu patlıcan tam da aradığınız şey olabilir, fiyatlar makul ve sakin bir ortam, daha ne olsun!


Behramkale'deki Athena Tağınağı da gezip görmeye değer, ama burdaki yönlendirmeler çok yetersizdi, maalesef müzecilik konusunda almamız gereken çok aksiyon var daha ...





 aaa kimi buldum burda:)


Assos'tan çok zor ayrıldım, bir nevi gönül bağı kurduk denebilir. Son bir noktamız kaldı Ege Turumuzu tamamlamak için o da çok yakında yine bu adreste, takipte kalın:)